Mahcup ve Güzel Adamlar

“Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönmek” demişya birisi, ne güzel söylemiş. Ankaranın beton yığını ve kasvet çukuru otogarından otobüse bindim ve İstanbul’a dönüyorum. Çok keyifliyim. Dönüş İstanbul’a ise, hele ki Ankara’dan İstanbul’a ise çok keyiflidir. Bir yerlerden Orhan Gencebay sesi geliyor. Şöför mahaline doğru hafif kafayı uzatınca; fonda Orhan baba, hafif aralık cam, şöförün elinde cigarası ile instagramda Demet Akalın’ın fotoğraflarını beğenmekte. Orhan Baba söylüyor;

“Sen ne dersen de, sen ne dersen de
Dünya dönüyor dönecek”

Dünya dönüyor, dönecek kısmında Orhan babanın sesi gitti kulaklarımdan. Bu kısma takıldım. Dünya dönüyor, ve dönecek. Serdar Ortaç’ın kendisine son yüzyılın en büyük şair yaftasını astığı, nobel almak için atmadık takla bırakmayan (jüri önünde sözlü mülakata girmişliği bile vardır, dikkat edin mülakat (!)) Elif Şafak’ın milyonlar tarafından okunduğu, Dostoyevski’nin adından başka hiçbir bilgiye sahip olmayan adamların “Rus edebiyatının hayranıyım, çok güçlü kalemleri var” cümlesini kurabildiği; Sarte, Camus gibi isimleri geçtim memleketin adamı Sabahattin Ali’nin tanınmadığı, Mevlana’nın kişisel gelişim uzmanı zannedildiği bir çağda bu dünya dönüyor ve dönecek.

Giriş naif olsun diye bu şekilde başladım fakat bu adı aydınlık ve medeni kendi vahşi ve karanlık çağda; insanın her türlü cehaletine ve karanlığına rağmen dönüyor işte dünya. O karanlık diye isimlerdiğimiz çağ dahil olmak üzere yirminci yüzyıla kadar geçen bütün zaman dilimlerinin hiçbirinde insanoğlu bu kadar vicdan ve izandan münezzeh olmamıştır. O kapkaranlık devirleri aydınlatan iki adet çok ileri insan hakları ve demokrasi ürünü atom bombasının mantar şeklinde çıkan ve binlerce insanı kül eden ateşinin aydınlığından olsa gerek son yüzyıla aydınlık çağ dememiz.

Plajda top oynayan çocukların yüksek ve ileri medeniyet ürünü bombalarla hunharca katledildiği, Medeni Avrupa’nın göbeğinde gettolara mahkum insanlar yaşarken, sahillere çocuk cesetlerinin vurduğu, okyanusta binlerce insanın göz göre göre ölüme gönderildiği, atom bombalarının fütursuzca üretildiği ve patlatılma cesaretinin gösterildiği, dünya nüfusunun yaklaşık beşte biri açken ve her gün yirmi bin üzerinde insan açlıktan ölürken, her sabah gazete de falanca şehirde bomba patladı şu kadar ölü var haberini okuyup hayatımıza devam ettiğimiz; ölümlerin, vahşetin, kanın alışkanlık yaptığı ve daha kötüsü teknoloji sayesinde bu ölümlerin,vahşetin, kanın canlı canlı izlenebildiği ve kimse açığa vuramasa da bu vahşetten insanların yüzyıllar evvel arenalarda ölümü şevkle izleyen insanlara münhasır şehvetin binlerce misli -benim adına “ben orgazmı” dediğim- kan ve ölüm şehvetinin girdapına yakalandığı bu dünya dönüyor.

Evet dönüyor da neyin hatrına dönüyor biliyor musun?

Bu kadar kirin içinde tertemiz kalmış mahcup ve güzel adamların hatırına dönüyor.

Şu yemek yaptığında bir kap da komşusuna götüren teyze varya onun hatırına dönüyor işte. Otobüste yaşça büyüğüne yer veren gencin, komşusu açken tok yatmayan, sükutu edeb edinmiş güzel insanların hatırına dönüyor. “Fe eyne tezhebun” ayetine geldiğinde gözleri dolan, “inne fetehna leke fethen mübina” ayetinde yüzüne hafif tebessüm konan, zekatını verdiğinde zekat verilebilecek kadar malı olduğundan şükür orucu tutan, bayramda tatile gitmeyip eş-dost ziyaret eden güzel adamların, yolda giderken tekmelediği lambadan cin çıkıp ne istediğini sorsa canının sağlığı diyecek mahcup adamların hatırına dönüyor*.

Bu güzel adamlar olduğu sürece Orhan Baba’nın dediği gibi;

“dünya dönüyor dönecek
sen ne dersen de…”

ve sonunda Kitap’ın müjdelediği gibi kanın, vahşetin girdabındaki gafiller ve hüsrandakiler değil; iyiliği ve güzelliği yapanlar, yaşayanlar ve tavsiye edenler kazanacak.



*Cümle Tarık Tufan’dan alıntıdır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder