Üniversite öncesi hep özel okullarda okudu ve özel okullarda şişirilmiş notlarla "çok başarılı" zannedilerek liseyi bitirdi. Üniversite sınavına girdi, sıfır çekti. Sonraki sene girdi bu sefer zar zor barajı geçti. Özel üniversiteye gitti. Babası; çevresi geniş ve zengin bir adamdı. Üniversite de dersleri geçemedi, baba devreye girdi. Rica minnet mezun oldu. Üniversiteden sonra yine baba devreye girdi; devlette çok tanıdık isimler araya sokuldu, kırk takla atıldı, kapısında yatılmadık kimse kalmadı ve sonunda oğlumuz güzel bir mevkide çok iyi maaşla aslanlar gibi devlet memuru oldu. Buraya kadar hikaye çok tanıdık değil mi?
Hepimizin hayatında bu kişiye benzer tanıdıklar vardır. Benim "liyakat manifestosu" yazısını yazmama sebep olan ise benim hikayemdeki bu arkadaşın sosyal medyada "Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem." paylaşımıydı.
Başkasının yerine utanma, yüzümüzün kızarması vardır ya işte ben bu paylaşımı gördüğümde utandım. "Like" yani "beğeni" temelli sosyal medya; ahlak, utanma gibi zaten yavaş yavaş unutulan kavramları komple hayatımızdan silip attı. En önemli amacımız daha çok beğenilmek, daha fazla takip edilmek. Büyük ihtimal bu cümleyi yazan arkadaşımda eğer cümleyi birazcık anlayabilseydi cümlenin kendi pespaye ve emeksiz kariyeri ile tezat oluşturduğunun fark edebilirdi fakat "like" almak daha önemli.
Bu nedenle utandım ve ayrıca üzüldüm. Neden mi üzüldüm?
Her akşam sosyal mecralarda sesini duyurmaya çalışan, iş arayan yüz binlerce genci hatırladım. Yirmili yaşlarının sonuna kadar dirsek çürüten, yabancı dil öğrenen, yüksek lisans-doktora yapan, bunları yaparken parasız kalıp ek işlerde çalışan velhasıl ömrünün en güzel yıllarını kişisel gelişimine harcayan gençler aklıma geldi. Devletin bilinçsizce her tarafa açtığı üniversitelerden mezun olmuş; asgari ücretle markette kasiyerlik yapan endüstri mühendisi, polis olmaya çalışan matematik öğretmeni, doğal gaz tesisatçısında çalışan makine mühendisi gözümün önüne geldi. Üzüldüm.
Ben bu ortamdan tiksindim. İnsanların başkasının hakkına el uzatmadaki iştahını, bir ömür başkasının sırtına basarak kazandığı parayı veya başkasının elinden aldığı ekmeği yemekte zerrece tereddüt göstermediğini gördüm ve tiksindim. İnsanların çocuklarına, yakınlarına helal olmayan rızkı yedirmek için kırk takla attığını gördüm ve tiksindim.
"İnancın yarısı utançtır. Her şeyi tam olsa da utancını yitirmiş medeniyet sağlıksızdır." diyor Sezai Karakoç. Biz toplum olarak utanma duygumuzu kaybettik. Bu nedenle "tiksinilecek" sağlıksız ve hastalıklı bir topluma evrildik.
Yakın zamanda liyakat değil sadakatin ne kadar zararlı olduğunu yaşayarak öğrenmiş bir toplumuz. Devletin her kademesinde liyakat ile değil mensup olduğu dini cemaat görünümlü terör örgütüne mensubiyeti neticesinde makam sahibi olmuş insanların meclis bombaladığı, insan öldürdüğü, tankla insan ezdiğine canlı canlı şahit olmadık mı? Çünkü liyakat değil sadakate bakılarak oluşturulan sistem; kendi halkını, meclisini, camisini bombalayan askerler, yurt dışında ülkesindeki darbenin başarılı olmasını avuçlarını okşayarak bekleyen utanmaz nesiller üretir. İşte karşınızda kendini dini cemaat olarak gören toplumun içinde habis kitle.
Devletin her yıl milyarlarca lira harcadığı iki yüz civarı üniversitemiz varken bu üniversitelerin niçin hiç bir şey üretmediğini, dünya çapında bilimsel buluşlar çıkmadığını, tezler yazılmadığını düşündünüz mü? Tam iki yüz üniversitemiz var ve (istisnalar hariç) bunlar hiç bir şey üretmiyorlar. Sağlıksız medeniyet işte tam da budur. Akraba, eş, dost kontenjanından doldurulan üniversite kadroları ve sonuç olarak sıfır üretim. İşte size sağlıksız medeniyet.
Bugün ülkemizde Diyanet kurumunda (imam-müezzin alımında) bile mülakat adı altında torpil, adam kayırma yapılıyorsa sağlıksız medeniyeti anlatmak için başkaca örneğe ihtiyacımız yoktur.
Peki bu sağlıksız toplumun ilacı nedir?
Son üç yüz yılı kaybetmiş bir toplum olarak kaybetmeye devam etmek istemiyorsak bir an evvel harekete geçmemiz gerekiyor. İlacımız ise çok kolay. Reçeteye yazacağımız tek şey liyakat. Hak ederek, emek harcayarak gelmiş olana hak ettiğini vermek."Emaneti ehline veriniz" emrine riayet etmek. Gerçekten "Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem." diyebilecek ve bunu uygulayabilecek nesiller yetiştirmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder