LE TRİO JOUBRAN


Düşünürken, koşarken, severken, ağlarken, aşık olduğumda, nefret ettiğimde kısacası yaşarken hep onlar arka planda. Yürürken onların parmaklarına ayarlı adımlarım, soluk alıp verişim onların hızına göre değişiyor ve tabiki aşk onların melodilerine göre şekil alıyor.
Kalemi kağıdı alıp şiir yazasın geliyor onları dinlerken veya aşık olmak istiyorsun. Yağmurda yürümek, o hep evin önündeki kediyi okşamak, vapura binip denizi izlemek, susmak istiyorsun, derin derin susmak. Yaşamak istiyorsun, sonuna kadar yaşamak. Bize bu coğrafyayı yaşamdan münezzeh kılmış ademlere inat yaşamak.

Mahcup ve Güzel Adamlar

“Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönmek” demişya birisi, ne güzel söylemiş. Ankaranın beton yığını ve kasvet çukuru otogarından otobüse bindim ve İstanbul’a dönüyorum. Çok keyifliyim. Dönüş İstanbul’a ise, hele ki Ankara’dan İstanbul’a ise çok keyiflidir. Bir yerlerden Orhan Gencebay sesi geliyor. Şöför mahaline doğru hafif kafayı uzatınca; fonda Orhan baba, hafif aralık cam, şöförün elinde cigarası ile instagramda Demet Akalın’ın fotoğraflarını beğenmekte. Orhan Baba söylüyor;

“Sen ne dersen de, sen ne dersen de
Dünya dönüyor dönecek”

İslamcı Gencin Aşk Manifestosu: "ANNA"

Kadim insanlığın varoluşundan beri, kaybolmuş ya da yaşayan bütün dillerin üzerinde fikir birliği ettiği tek mesele “aşk”tır. Her dilde onun üzerine bir şeyler yazılmış veya söylenmiştir. Bir konuyu “mesele” olarak ele alıyorsak, çözümünü de tartışmak gerekir. Ancak çözümü, meseleyi tanımlamak kadar kolay değildir; tam tersine fazlasıyla karmaşık ve kompleks bir yapıya sahiptir. Burada “karmaşık ve kompleks” ifadesiyle anlatılmak istenen, sonsuz bilinmeyenli bir denklemin çözülemeyen yapısında, sonsuz ihtimalin içinde kaybolmuşken; aynı zamanda iki kişi arasındaki kısa bir mesafede, kompakt (dar) bir alanda bu denklemi çözme çabasını ifade etmektir.

Ah be Gökhan...

Sabah çalan telefon
Patlama olmuş.
Gökhan yaralı...
Yarım saat sonra haberi geliyor. Ağır yaralı.
İki saat sonra bir haber daha. Kaybettik.
Bu kadar işte.
Önceki akşamüzeri gülüp eğlendiğim sarılıp vedalaştığım adam…
Kaybettik…
Evde bir boşluk. Ne yapacağını bilmeden boş boş oturma.

Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol

Arkadaşımın kitaplığında en üst rafa bantlanmış ufak bir kağıt dikkatimi çekti. Kağıtta elle yazılmış Arapça yazı… “Hud” suresinden çok ufak bir kısım. Peygamberin “beni yaşlandırdı” dediği ayetten bir parça.
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol”(Hud/112)

Emir çok net ve açık. Hakikatin yanında elif gibi dimdik ve dosdoğru ol. Sen “Emin” lakaplı Peygamberin ümmetisin. O’na yol arkadaşı olmak istiyorsan dosdoğru ve “Sıddık” olmalısın. Her namazda defalarca tekrarladığın -Din gününün sahibi, Bizi doğru yola ilet- yakarışının hakkını vermelisin.

BİR MEŞALEDİR SEZAİ KARAKOÇ

İsmi anıldığında yıllar evvel Erdem Bayazıt’ın, Nuri Pakdil’e yazdığı şiirden bir cümle gelir hep aklıma...

 “Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın”

Bugün vicdanların çelik dişliler arasında ezildiği, sermayeye, iniş ve çıkışları mikrosaniyelerle izlenen borsaya, yabancı para kurlarına, kapitalizme, komünizme, akıllı rezidanslara, son model arabalara, bankaya ve daha nicesini saymakla bitiremeyeceğimiz materyale teslim olan insanlığın kahramanı O.