Bir Yaz Gecesi Darbesi - 2



Baştan belirteyim; “Bu yazıda okuyacağınız olaylar, kişi ve kurumlar tamamen gerçektir.”

Sene 2008
Kendini dini cemaat olarak tanıtan bir grubun sabah beşte ev basıp adam topladığı dönem. Bir sabah garibanın birisinin de kapısını çalıyorlar.
Kapısını çaldıkları adamı anlatayım. Adamcağız doğuştan mazlum. Daha kırkı çıkmadan baba vefat etmiş, dakika bir gol bir. Yetim başlamış hayata. Annesi, abisi ve o. Kalmışlar ortada. Anne fitre, zekâtla büyütmüş çocukları.

Okula başlama yaşı gelince abi çekmiş kenara; kardeşim senin kafa çalışıyor ben çobanlık yaparım sen oku demiş. Henüz ilkokul üçte abi okulu bırakmış çobanlığa başlamış dağlarda. Bizimki yatılı okumuş, burs almış, inşaatta sıvacılıktan, eczanede çıraklığa kadar her işi yapmış.

Yıllar geçmiş bizimkinin okul bitince memur olmuş. Kimi zaman demişler bırak şu devleti gel özelde çalış. Aldığın maaşın bilmem kaç katını verelim. Kabul etmemiş. Bu yetimi okutup, bu günlere getiren devletime hizmet etmek şereftir demiş. Yıllar boyu vatanın her köşesini bizimdir diyerek doğudan batıya çalışmış.

Bütün ömrü çalışmakla, mücadeleyle geçen bu adamın bir sabah kapısını çalmışlar. Kapıyı çalanlarsa soru çalarak memur olan, liyakat veya çalışkanlıkla değil de örgüt liderlerine bağlılıkla terfi etmiş devletin değil terör örgütünün polis, savcı ve hâkimleri. Evi basma sebepleri cemaatlerine rüşvet vermeyi reddeden işadamını alacaklar. Operasyon yapılıyor ve operasyonda işadamı ile irtibatlandırabilecekleri herkesi alıyorlar. Bizimki de devletin ihalelerini yapıyor, bu işadamı ihalelere girdiğinden bizimki de arada kaynıyor.
Adamın evinde arama yapılıyor, tabii ki hiçbir şey yok. Ardından adamcağız alıp götürüyorlar. Gidiş o gidiş.
Yalandan sorgu, sual faslı… Her şey evvelden belirlenmiş zaten, kim tutuklanacak, kim bırakılacak. Medyaya ne servis edilecek her şey belli.
Bizimkini tutukluyorlar, hem de silahlı suç örgütü üyesi olmaktan. Üstüne bir de Özel Yetkili Mahkeme de yargılanacaksın diyorlar. Alıp bunu ailesinin olduğu şehirden bilmem kaç yüz km uzakta başka şehre götürüyorlar ve güya yargılıyorlar. Üstüne bir de bizimkisi terör suçlusu, teröristlerin olduğu cezaevine de atıyorlar.
Bu ara savcının keyfi oluyor ve iddianameyi tamamlıyor. İstenilen tam 28 yıl hapis cezası.

Bizimkinin hakkında suçlar saymakla bitmiyor. 400 milyon dolar çaldı diye suçluyorlar. Savcıya, Mahkeme Heyetine defalarca malvarlığını gösteriyor. Bir tane evi var, o da banka kredisiyle alınmış. Araba, tarla, arsa hiçbir şey yok. Banka borcundan başka hiçbir şeyi yok. Mahkeme heyeti ret diyor. Usulsüzlük yaptığı iddia edilen ihalelerle ilgili bilirkişi raporları geliyor, kamu zararı yok bütün ihalelerde kamu yararına çalışılmış deniliyor. Mahkeme ret. En son hâkime diyor ki ya hu 400 milyon dolar çalmakla suçluyorsun, iddianamedeki bütün ihaleleri, iddialarınızı topla 90 milyon dolar ediyor bu kadar mı acemi yazdınız senaryoyu. Mahkeme heyeti elinde hesap makinesi topluyor, adam haklı ama yine ret. Mahkemenin sunduğu bütün delilleri çürütüyor, hepsinin sahte olduğu belgeleniyor ama yine ret. En komik olanı silahlı terör örgütü sayılma nedenleri. Davaya dâhil ettikleri birinin ruhsatlı silahının ruhsatın süresi operasyondan bir gün önce doluyor. Ertesi gün tak operasyon, al sana silahlı örgüt.

O süreçte aile şaşkın ve perişan. Baba “hırsız” diye yaftalanmış. Bütün ömrünü devletin hizmetine adamış babaları hırsız. Örgütün en önemli kozu alacakları kişiyi medyaya servis yapıp, kişiyi önce halkın önünde rezil etmek. Yalan yanlış bilgileri servis edip insan içine çıkamaz hale getirmek. Bu adama da yapıyorlar aynısını. Psikolojik olarak yıkıyorlar kurbanı önce. Çocukları okula gidemez hale geliyor. Selamı sabahı kesiyor herkes. Malum bu terörist örgüt o ara muktedir. Onların üzerini çizdiği adamın ailesine selam vermekten bile korkuyor insanlar. Yıllarca en yakınındaki insanlar bile zaten biliyorduk yanlış yaptığını demeye başlıyor.
Oğlu anlatıyor; bir yerde babamın arkadaşıyla karşılaştık, bana geldi benim numaram var mı sende dedi. Hiç kimsenin yüzümüze bakmadığı selamı sabahı kestiği o kadar zor durumdaydık ki, adam öyle söyleyince yüreğim genişledi, içim ferahladı. Fakat adam demez mi, sizin telefonlar dinleniyordur sana zahmet benim numarayı sil, beni de sakın arama. Dünyam başıma yıkıldı, bu nasıl bir kahpeliktir.
Cezaevine ziyarete gidiliyor o ayrı işkence. Adam terör örgütü üyesi olmaktan yargılanıyor. Kaldığı cezaevi tamamen çeşitli terör örgütü üyeleri ile dolu. Yine oğlu anlatıyor; cezaevi dolmuşuna bindim, arkamda oturan kocasının suçunu anlatıyor “bizimki pekekeliydi tecenin askerini öldürdü aslanlar gibi yatıyor şimdi”, öndeki anlatıyor “bizimkinin suçu hafif, toz satıyordu örgüt adına. Yakalandı bir kaç yıl yatar çıkar”. Psikoloji mi dayanır buna. Günlerce kendine gelemiyor aile.

İktidarından, muhalefetine, gazetecisinden, avukatına kim varsa ulaşmaya çalışıyorlar. Mektup yazıyorlar, mail atıyorlar ama her yer kapı duvar. Hocaefendi (!) denilen şerefsizin Türkçe olimpiyatlarında çoluk çocuğa şarkı türkü söyletip halk kahramanı olduğu dönem.
En son seccadelerine sığınıyorlar. Dualardan ve Surelerden surlar örüyorlar bu kahpelerle aralarına. Oğlu bütün mektuplarında Zindandan Mehmet’e Mektup şiirinden parçalar yazıyor. Dayanma amentüsü oluyor o şiir onlara.

19 ay, tam tamına 19 ay tutuklu yargılandıktan sonra Mahkeme lütuf buyurup tutuksuz yargılansın diyor. 2008 yılında girdiği cezaevinden 2010 yılında tahliye ediliyor bizimki.
Tahliye edildi ama yaftalanmıştı bir kere. Aile cezaevinden almaya gidince dönüşte yolda sadece iki kişi karşılıyor. Sadece iki. Evde birkaç eş dost ziyaret ediyor, o kadar.
Mahkeme süresince, 400 milyon dolar çalmakla suçlanan adamın ailesi avukat tutacak para bulamıyor. Avukat bulacak parayı geçtim adamı sık sık ziyarete gidecek parayı bile denkleştiremiyorlar, iki ayda bir sefer anca ziyaretine gidebiliyorlar. Tahliye edildiği gece adamı gidip getirebilecek araba bulamıyorlar. Bu adamcağızın 400 milyon dolar çalan örgüte üye olduğu iddia ediliyor.
Tahliyeden sonra Mahkeme birkaç sene daha sürüyor ve dört sene ceza verdiler.

Fakat o ara artık masumların feryadı arşa ulaşmıştı. Kendilerini en güçlü hissettikleri anda dönemin Başbakanı tehlikeyi seziyor ve sene 2011 sonun başlangıcı oluyor. Ardından olanları herkesin malumu. Bizimkinin dava hala Yargıtay da. Oradan gelecek haberi bekliyor.

Bu adamın oğlunu 15 Temmuz gecesi Vatan Emniyetin önünde gördüm. Tankın, silahların üstüne yürüyordu. Olaylar durulunca muhabbet ettik diğer kardeşinin de çok hasta olduğunu, durumunun kritik olmasına rağmen bayrağını kaptığı gibi ailesi ile birlikte meydanlara koştuğunu söyledi. Bu vatan haini teröristlere kızıp ülkeme küsecek değilim, yaşayabileceğim tek bir ülkem var başka da hiçbir şeyim yok. O gün bizi hırsız diye yaftalayanların çoğu bugün yurtdışında vatansız olarak, kalanlar ise burada vatan haini olarak geberecekler dedi.

Bu davada tam 400 kişi yargılandı. Bu hikâye 400 ayrı evde daha katmerli şekilde yaşandı ve bu sadece bir dava. Bunun gibi onlarca dava görüldü. Bu memleketin, devletin özür borcu olduğu binlerce mazlum var. Hepsinin gönlünün alınması gerekiyor.

Ne diyordu Sezai Bey;
Onlar sanıyorlar ki biz sussak mesele kalmayacak…
Halbuki biz sussak tarih susmayacak…
Tarih sussa hakikat susmayacak…

Şimdi şeker kardeşim bunlar mazlumları derdest edip, susturdular. Susturamasalar da seslerini duyulmaz hale getirdiler. Muktedirdiler. Fakat hesap edemedikleri bir nokta vardı.
Hakikati susturamadılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder