Oruç, hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam saatinde, dinç ve genç,
tarihin dinamizmini de özünde gaybın bir üfleyişi gibi taşıyarak geldi.
Mademki geldi onu iyi tanımak gerek.
Oruç, boş bir çerçeve olarak veya bir mevsim gibi sadece tabiatın bir parçası olarak gelmedi. Tarihin bir parçası olarak geldi.
Dolu geldi. Kendindekini boşaltacak. Giderken de dolu gidecek. Dolu gitmeli.
Her yılın orucu, büyük "oruç kitabı"na, sabırla ve meleklerin üslubuyla işlenmiş bir sayfa, bir yaprak gibi eklenir.
Taşların, ağaç kovuklarının, toz zerrelerinin bile, en keskin bir
hafızayla şahitlik yapacağı büyük Hesap Gününde, şüphesiz, "oruç
kitabı", en büyük şahitler arasında, dosyasında en çok belge bulunduran
suç ve sevap araştırıcıları arasında görünecektir.
Demek ki, oruç, çağımıza, göklere mahsus nişanlarla donanmış büyük ve yetkili bir şahit olarak geliyor ve geldi.
Siz sanmayın ki, oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da
susar, oruç da acıkır. Çünkü: Oruç da canlıdır.
Sizin gibi. Hatta sizden
fazla. Çünkü: Onda, ölümün eriteceği et ve kemik de yok. İnsan, sağken
bile ölüme karışıktır. Biz, hayatla ölümün karıştığı bir terkibiz.
Sağken, hayat ölüme baskındır ve ölümü kullanır. Sonra yaşlandıkça, ölüm
güçleri yavaş yavaş artar ve ölüm yüzdesi, hayat yüzdesinin üstüne
çıkar bir gün. İşte o gün ölmüşüzdür, ölüm hayatı kullanmaya
başlamıştır. Toplum yaşayışında da böyle. Ecel olarak gelen ölüm, bu
hayat-ölüm çatışmasını kesin bir sonuca bağlar. Ama oruç yüzde yüz diri,
saf olarak diridir. Net diridir, insan gibi brüt değildir.
Bizden daha canlı, bizden daha cıvıl cıvıl olan bu gök varlığı orucun
susadığı su, acıktığı yemek nedir öyleyse? Şairin, şair için dediği:
"Cins şaire mahsus yiyecekler.
Deniz yosunları mavilik medüzaları tarzında,
Oruca, gök şahidi oruca mahsus besinler,
Yükseltilen dualar, derinleşen secdeler,
Kur'an sesiyle aydınlanan ikindiler,
Allah adıyla diriltilen geceler" diyebiliriz belki.
Evet. Oruç da susar, oruç da acıkır. Orucun susadığı ve âb-ı hayat gibi
kanamadığı su, Kur'ân sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet,
kuşandığı giyindiği, Allah adının yükseltilmesi, yani cihattır.
Ve orucun da iftarı vardır. Oruç müminin kalbinde iftar eder. Onun sofrasında, işte saydığımız, göğe mahsus yiyecekler bulunur.
Yalnız, insan orucu özlemez, oruç ise insanı özler. Ramazan ayı gelince
sıla-ı rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana
koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir.
Oruç geldi, öyleyse oruca yemek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını
yakmalı, örtüler atmalı üzerine ki geldiğinden daha zengin gitsin.
Verdiğinden daha çok alsın. Yanına gideceği eski oruçlara katacağı,
söyleyeceği çok şeyler bulunsun. Çağımız Müslümanlarının portresini eski
çağ müminlerinin portrelerinin yanına çizecek ya, bizim öyle bir
portremizi çizsin ki ilerde gün olur ki, o portreyi bize gösterirler,
utanmayalım o zaman ondan.
Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir. Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı.
Sezai KARAKOÇ'un SÜTUN kitabından alıntıdır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder