Neden Olmadı Bu Ödev İşi?

Koronavirüs hayatımızı etkilemeye ve değiştirmeye devam ediyor. Etkisini gördüğümüz alanlardan biri de eğitim. Eğitim kurumları çok hızlı biçimde online eğitime geçtiler. Eğitim uzaktan verilmeye sınavlar ise çoğunlukla ödev/proje yöntemi ile yapıldı. İşte tam da burada ciddi bir problem çıktı ortaya. Bizim çocuklarımız ödev yapmayı bilmiyor. Daha doğrusu yapamıyor. Hangi hocayla konuşsam gelen ödevlerin çoğunluğunun yetersiz olduğunu ifade ediyor. Konuştuğum hocalarda egosu tavan, kibir abidesi, öğrenciyi zorlamayı marifet sayan tipler değil. 

Peki neden olmadı bu ödev işi? 

Sizleri yakın geçmişe götürerek başlamak istiyorum yazıya. 2020 yılının başlarında Avrupa'nın önemli eğitim şehirlerinden Utrech'e gitmiştim. Orada üniversite de doktora eğitimi ile ilgili bir kaç görüşme yaptım. Bu esnada adının Mustafa olduğunu öğrendiğim bir Türk'le karşılaştım. Sohbet muhabbet ettik. Kendisinin patat(Hollandalıların meşhur patates kızartması) dükkanı olduğunu ve mutlaka ziyaret etmemi istedi. Akşamında dükkana gittim. Mustafa, babası ve abisi üçü beraber dükkanı işletiyorlardı. Konu döndü dolaştı eğitime geldi. Gurbetteki Türkler bir arada olunca da doğal olarak ülkemizin eğitimine geldi.

Mustafa'nın abisi konu eğitime gelince bir yaka silkme hareketi yaptı. Niye böyle yaptığını sorunca başladı anlatmaya. Lisans eğitimin son yılında (2010 senesi) değişim programı ile Ankara da özel bir üniversiteye gelmiş. Yarım dönem bu özel üniversite de okuyup dönecekmiş. Ben hayatımda böyle bir kaos böyle bir ders çalışma görmedim diyor. Dönemde 10-12 ders, sınav haftası ezberlenip sonra unutulan konular, fotokopiciler... Daha bir sürü şey anlattı. Bahsettiği üniversitenin özel üniversite olduğunun altını bir daha çiziyorum. Çoğunluğun düşüncesine göre devlet üniversitelerine göre daha rahat eğitim verildiği düşünülen kurumlar. Biz burada üniversitelerde özellikle sosyal bilimlerde ödev/proje yaparız bunlara göre dersleri geçeriz dedi. Mustafa oradan lafa girip bugün bende proje için okuldaydım dedi. Üniversiteyi bitirmek için nihai son bir proje hazırlayıp okula sunmak gerekiyormuş. Okulun eğitimde en dikkat ettiği şeylerden birisi bu bitirme projesidir dedi. Ayrıca eğitim hayatlarında sınav olarak devamlı ödev/proje yaptıklarını ve bunlara göre değerlendirildiklerini söylediler. Ankara da vize haftası bir gün birbiriyle alakasız 3 dersten sınava girdim dedi. Mustafa ve abisinin eleştirdiği her şey benim için ve hatta hepimiz için normal şeyler. Dönemde 10-12 ders, vize haftası yığınla sınav...

Türkiye'ye döndükten sonra bu konuyla ilgili ufak tefek araştırma yaptım. Örneğin; Amerika'da hukuk eğitiminin önemli bir kısmı ödev üzerinden ilerliyormuş. Verilen örnek olaylar ve eski mahkeme kararlarını incelemesi isteniyor öğrenciden. Olayın kendi gerekçeleri ile değerlendirmesini yapıyor öğrenci. Aynı yukarıda bahsettiğimiz Mustafa veya abisinin ödevlerinde, bitirme tezinde yapmak istediklerini kendi düşünceleri ile anlatmalarında olduğu gibi. Ana odak noktamız kendi görüşleri...

Başta sorduğumuz soruya geri dönersek peki bu salgın döneminde bizim ödev işi neden olmadı? Çünkü 15-20 senelik eğitim hayatları boyunca öğrencilerden böyle ödev hazırlamaları istenmedi. Mustafa'nın abisinin anlattığı gibi vize haftası boyunca sabahlayıp girilen sınavlardan başarılı olunması istenildi. Sadece bir şeyler ezberlemeleri ve bu ezberledikleri ile kutucuk doldurmaları istendi. Gençler sadece diplomanın hedef olduğu bir yarışa sürüldüler. Dönemde 10-12, bir eğitim yılında yaklaşık 20 ve hatta 20'nin üzerinde ders verilerek bunlardan başarılı olması istenildi. Eğitime ezbere karşı değilim, ezber de eğitimin önemli bir parçası ama parçası. Tamamı değil. (Son yıllarda bir de eğlenerek öğrenme gibi saçmalıklar türetildi, bunlar daha beter. Öğrenmek kişinin konfor alanının dışına çıkması ile olur. Yani kişinin rahatının bozulması lazım. Eğlenerek nasıl rahatını bozup, bir şeyler öğretebiliriz.Eğlenmekte öğrenmenin bir parçası, buna itiraz etmiyorum fakat dikkatinizi çekiyorum sadece bir parçası.) Yine bu eğitimin içinde soru sormayı öğretmedik, soru sormalarını istemedik gençlerden tam aksine soru soran veya hocanın söylediğinin eleştiren öğrenciye problem çıkaran bir sistem yarattık. Eleştirilerin gelişmenin basamakları olduğunu fark etmeden. Üniversiteye gelmiş hayatında 3 tane roman, deneme okumamış yığınlar oluşturduk. Benim tıp kazanıp Puşkin'i tanımayan arkadaşım vardı. Allah'tan günümüzde sosyal medya var ve gençler orada "like" almak için şair, yazar sözü paylaşıp biraz biraz tanıyorlar yazarları, şairleri.

Size daha kötü bir şey söyleyeyim; kütüphanesi olmayan üniversiteler var bizim ülkemizde. Evet yanlış duymadınız. Özel bir üniversitenin kitap sayısı tam tamına 500. 500 tane kitabı olan üniversitemiz var. Ben üniversiteden mezun olduğum 21-22 yaşımda daha fazla kitabım vardı. Maalesef ülkemizde bir kaç üniversite dışında elle tutulur kütüphanesi olan üniversitemiz yok. (Üniversite ve üniversite eğitimi hakkında yazı için tıklayınız)

Şimdi o zaman durumu özetleyelim. 5-6 yaşlarından itibaren aldığımız genci tamamen ezbere dayalı eğitip, yılda üzerine 20-25 ders boca ettiğimiz, soru sormasına izin vermeyip, yorum yaptırmayıp, kitap okutmayıp, şiir öğretmeden veya müze gezdirmeden, 3-5 sene de bir kutucuk doldurarak değerlendirdiğimiz sistemin sonucu olarak gençler maalesef ödev yapamıyor. Daha doğrusu ödev yapıyor ama yaptığı şey derleme. Sağdan soldan topladığı bilgileri kopyala yapıştır yapıp gönderiyor. İçinde kendi fikri, düşüncesi, yorumu yok. Topladığı verileri işlemeyi bilmiyor. Hayal kurmayı unutmuş bizim gencimiz. Hedef çünkü diploma. Fakat şu şekilde yetişen ve diplomayı alan genç sonrasında sudan çıkmış balığa dönüyor. Çünkü 20 yıllık hedef buydu. Şimdi ne olacak?

Bu salgın dönemi ve yapılamayan ödevler bizlere mesaj olsun. Sistemin değişmesi, hele ki bizim gibi kalabalık ülkelerde çok mümkün değil. Milli Eğitime de hak veriyorum, yaklaşık yirmi milyon öğrenci olduğu söyleniyor.  Sistemin değişmesi mümkün olmadığına göre ben ödev yapamayan öğrencilere sesleneyim. Hantal ve çok kalabalık eğitim sistemi içerisinde diploma hedefi ile koşmayın. Hayatı öğrenin. Birey olduğunuzu öğrenin. O kağıt parçasını alınca tüm kapılar ardına kadar açılmayacak sizlere. O diploma amaç değil araç olmalı. Hayal kurmayı hiç bir zaman bırakmayın. Hayal kurabilmek için bol bol roman okuyun. Sadece okumakla kalmayın yazın. Deneme, öykü, şiir... Günlük tutun.

Okuduğunuz, gördüğünüz ve yaşadığınız şeyleri kendi süzgecinizden geçirip yorumlayın. Kendinize ait kaliteli fikirleriniz olsun. Bilginin gücüne inanın. Öğrenmeye, yorumlamaya başladıkça öz güveninizin arttığını göreceksiniz. Hayat en büyük muallimdir der Nurettin Topçu. Hayattan bir şeyler öğrenebilmek için önce sizin adım atıp öğrenmeye elverişli olmanız gerekir. Kendinizi öğrenmeye alıştırın.

*Yazının sonunda eğitim ile ilgili Nurettin Topçu'nun Türkiye'nin Maarif Davası kitabını sizlere tavsiye edeyim. Eğitim üzerine okuyabileceğiniz çok güzel eserdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder