Gerici Yıllar, Gümüş Motor ve Erbakan

Islıkla Onuncu Yıl marşı çalarak rekor denemesi yapan (yazın internete gerçekten var) kitlenin gerici diye yaftaladığı, üstüne apoletli paşaları ve aydınlanmamış aydınlarımızı yanlarına alarak yapmadıklarını bırakmadığı bir adamdı Erbakan. Fazlaca naif, kibar ve beyefendi insandı. Bu ıslıkla onuncu yıl marşı çalarak rekor kırmaya çalışan uber zeki kitlenin çok orantısız zeka seviyesine rağmen efendi efendi anlatıyordu niçin sanayinin gerekli olduğunu. Hiç bıkmadan, yeniden ve bir daha yeniden. Sanayi kelimesi her ağzından çıktığında gözlerinin içi parlıyordu.

Islıkla marş çalıp rekor kıran uber zeki ve ilerici kitle tarafından "gerici" diye yaftalanmıştı rahmetli. Necip Fazıl'ın kendisine gerici diyenlere; "Biz bir dairenin etrafında koşan yarış atları gibiyiz ve ben sizin arkanızda size tur bindirmek üzereyim. Siz ise benim geriden geldiğimi zannediyor bana gerici diyorsunuz. Halbuki ben sizden yaklaşık bir tur öndeyim." cevabı geliyor aklıma hep. İşte Erbakan kendine gerici diyen bu kitleden bir tur değil onlarca tur önde gidiyordu.

Neden mi? Başlayalım.

1950li yıllar... İstanbul Belediyesi fazlaca miktar otobüs alacak. Dünya geneli bir çok fabrikadan teklifler geliyor. Belediye gelen teklifleri Teknik Üniversite'ye gönderiyor. Siz de inceleyin, hangisi daha uygun görüş belirtin diyor. Erbakan Hoca Teknik Üniversite de çalışıyor o ara.

Erbakan Hoca görüş belirtiyor; "bir defa bu kadar otobüse para verip dışarıdan almaktansa, aynı paraya otobüsün fabrikasını kuralım. Türkiye de bunu imal etmemiz mümkündür." Hoca'nın bu görüşüne gülüp geçiyorlar. Efendim biz kimiz ki otobüs fabrikası kuralım bu hayaldir böyle bir şey mümkün değildir diyorlar. Para verilip ülke dışından alınıyor otobüsler.

Yazının başında söyledim ya Hoca onlarca tur önde gidiyor.

Yine 1950li yıllar ve genç Erbakan'ın çok büyük bir itirazı var. İkinci Cihan Harbinden sonra Türkiye'ye tarım ülkesi rolü biçilmişti. Türkiye sadece tarım yapacak ve sanayileşmiş ülkelerin gıda ihtiyacını karşılayacaktı. 1973 yılında yaptığı meşhur "Sanayi Davamız" konferansında "ecnebi mütahassıslar geliyor rapor yazıyorlar, sizin ülkeniz demir çelik üretimine uygun değildir, siz şeftali yetiştirin diyorlar bu kabul edilebilir mi" şeklinde isyanını ifade ediyordu.

Niçin illa sanayi diyorsun diye sorduklarında "sanayide zaman mefhumu" diyerek cevaplıyordu. Sanayileşmenin en büyük avantajı, kısa sürede çok netice alınmasıdır. İşte bu düşünceyle 1970'li yıllarda Trabzon tereyağ, Hakkari Yüksekova süt, Yozgat çimento, Antalya pil, Bilecik seramik, Adapazarı traktör, Sivas çelik konstrüksiyon, Adıyaman makine, Ağrı şeker, Aydın kağıt, Bitlis sigara, Rize gemi dizel motoru, Niğde kamyon motoru... Liste uzayıp gidiyor. Temeli atılan fabrikalar bunlar. Üstüne basarak söylüyorum, zaman dilimi 70li yıllar.

Eğer Erbakan göreve devam etse ve hayal ettiği fabrikaların tamamı üretime geçseydi yaklaşık 5 milyona yakın insana iş imkanı sunacak, ve Türkiye'nin 70li yıllara kadar ürettiği tüm sanayi üretimin yaklaşık bir buçuk katını bir senede üretebilecekti. Peki soralım; Hocanın temelini attığı bu fabrikalar ne oldu? Hocanın gerici diye yaftalanarak önüne engeller çıkarılması bu fabrikaların hayata geçmemesi için miydi?

Hocanın mehur bir sözü geliyor akıllarımıza. "Biz seçimler için değil gelecek için çalışıyoruz."

Peki bu fabrikaların dağılımına bakarsak ne çarpıyor gözümüze. Ülkenin dört bir yanına dağıtılmış. Her bir coğrafyaya sahip çıkılmış. Peki bu atılım desteklense, ıslıkla onuncu yıl marşı çalan elitlerin bir üst nesli Erbakan Hoca'ya sahip çıksaydı ne olurdu.

Anlatalım.

Doğu da işsizlik olmazdı. Refah seviyesi yükselir, terör kendine bu kadar yer bulamazdı. Doğudan Batıya göç olmazdı. Çarpık kentleşme, nüfus olarak obezite şehirler oluşmazdı. İnsanlar toprağını bırakıp gitmezdi. Karadeniz de bugün kadın nüfusu erkek nüfusundan fazladır. Niçin mi? Çünkü erkekler çalışmak için başka şehirlere gider. İşte Erbakan Hocanın arkasında durulsaydı bugün Karadeniz de kadın nüfusu erkek nüfusundan fazla olmazdı. Karadeniz limanları sanayi ürünleri ihraç ediyor olurdu. İstanbul bugünkü gibi 20 milyonluk bir kaos olmaz, Kocaeli hava kirliliğinden insanların kanser olduğu bir bataklığa dönüşmezdi. Şimdi anlıyor musunuz Erbakan'ın hiç bıkmadan niçin sanayi dediğini. Erbakan'ın onlarca tur önde gidiyordu diyerek neyi anlatmak istediğimizi.

2018 yılında hala yerli otomobil yapabilmenin uğraşı içindeyken; Erbakan yarım asırdan fazla bir süre önce yerli otomobilin yapılması gerektiğini anlatmış ve hatta Devrim otomobilin fikir babası olmuştur. Fakat dönemin yetkilileri yine Erbakan'ın "gerici" zihniyetinden endişelenerek kendisini fikir babası olduğu yerli otomobil çalışmalarına dahil etmemiştir. Devrim sürecinin sonucunda yaşananları hepimiz biliyoruz. Fiyasko...

En güzel anektodu ise en sona bıraktım. Gümüş motor. 1950li yıllarda tamamen yerli ve milli motor olan Gümüş Motor'u kurmuştu Hoca. Darbe sonrası iktidar olan kesim Hocanın görüşleri nedeniyle kendi elleriyle kurduğu fabrikadan 1963 yılında ayırmışlardı onu. O yıllarda tamamen yerli olarak ürettiği bu motor Türk sanayisi için bir devrimdi. 2011 yılında Sabah gazetesi ilk üretilen motorların sahipleri ile röportaj yapmıştı(roportaj için burayı tıklayınız). Aradan yarım asırdan fazla süre geçmesine rağmen Erbakan Hocanın ürettiği motorlar ilk günkü gibi sapasağlam çalışıyordu. Peki Hoca niçin üretiği bu yerli motorlara "Gümüş" ismini vermişti. Şimdi ıslıkla marş çalan, amfide başörtülü öğrenci kovalayan, okul önünde öğrenci coplayan, İslam yüzünden geri kaldık ezberni ağzına sakız etmiş zihinlerin tepe taklak olacağı bir sebebi var. Erbakan Mehmet Zahid Kotku Hoca'yı çok sever ve ona bağlıdır. Mehmet Zahid Kotku ısrarla her sohbetinde milli üretimden bahseder. Erbakan Hoca'nın sanayi fikri Kotku'nun dergahında şekillenmiş ve pişmiştir. Kısacası ülkenin son yıllarda gördüğü en büyük sanayi hamlesi DERGAHTAN çıkmıştır. Bu dergahın ismi de GÜMÜŞHANEVİ dergahıdır. Gümüş motorda ismini Gümüşhanevi dergahından almıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder