İNCİ DAKİKALARI

"Sen bana yeni yılsın her dakika
Her dakika bir yaşıma daha giriyorum"



Bir yıl daha bitmek üzere... Zaman ne de çabuk geçiyor. Milenyum'a bir kala diyerek kutlanılan 1999, büyük milenyum yani 2000, ardından 2010, 2015 ve geçen sene 2019... Göz açıp kapayana kadar geçen yıllar. 

Rabbim Bana Bir Bahar Ver

Rabbim bana bir bahar ver
Yan yana gelmekten korkan
Sükut etmiş harflerim filizlensin
Kelimelerim can bulsun 
Çözülsün zincirler

Bir Bavul Etmeyen Hayatlar

Yakın zamanda bir haber çarptı gözüme. Bavulu geç teslim edildiği için havayolu şirketine karşı dava açan davacı için Yargıtay Hukuk Kurulu 20.000,00 TL (Yirmi Bin TL) manevi tazminat ödenmesine ve karar için temyiz yolunun kapalı olduğuna karar verdi(https://www.ntv.com.tr/turkiye/yargitaydan-emsal-karar-kayip-bagaja-tazminat,XGThe6wLeU-xu7LiIIxuCw). 

Buraya kadar her şey güzel. Bavulu geç teslim edildiği için en üst Mahkeme olan Yargıtay Hukuk Kurulu adaleti teslim etmiş ve mağdur kişiye manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Fakat bavul için adalet sağlama da pek mahir Türk Adaleti kendi hatalarında, kendi hatalarıyla mahvolan hayatlarda niçin aynı adaleti tesis etmiyor. Nasıl mı? Başlayalım anlatmaya.

Pingpong Masası ve Monna Rosa

"Açma pencerelerini perdeleri çek:
Monna Rosa, seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek;
Anla Monna Rosa, ben öteliyim...
Açma pencereni perdeleri çek."

Sizlere edebiyatımızın en mahrem akrostişinden bahsetmek istiyorum. Pingpong masası etrafında genç Sezai'nin küt küt atan kalbinin hikayesi. Yakın tarihimizin üzerine kitaplar yazılacak, filmler yapılacak kalp kırıklığı hikayesi... Yazıldıktan sonra on yıllarca akrostiş olduğu anlaşılmayan, yazıldığı kişi tarafından dahi bilinmeyen bir sır. Yaklaşık 50 sene hiç bir kitabında yayınlamadığı ve ülke genelinde efsaneleşen şiir... Monna Rosa.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

"Eğitim almış olanların hepsi milli düşünceyi geliştirmeye, milli ruhu uyandırmaya, milli iradeyi güçlendirmeye mecburdur. Köylülere, işçilere, halkın alt kesimlerine nasıl daha iyi bir konuma yükselebileceklerini öğretiniz. Unutmayınız ki, en yoksul kömürcü, kantarcı, hizmetçi dul kadın, bütün Fin milleti, sizin kardeşleriniz, hemşehrileriniz, yurttaşlarınızdır. Onları eğitmek ve uygarlıkta daha kadim olan milletlerin arasına sokmak sizin görevinizdir. Unutmayınız ki halkın cehaleti, kabalığı, alkol düşkünlüğü, hastalıklı oluşu, sefaleti, kötü ahlaklı oluşu, bütün bunların hepsi sizin kendi utancınız ve suçunuzdur."

"İmanmetre"ye Sahip Cisimler


Sosyal medyanın ortaya çıkması, insanların ulaşılabilir olması ve daha fazla etkileşim alma isteği fazlaca cahillik ile buluşunca ortaya maalesef katlanılamaz tuhaflıklar çıkmasına neden oldu. Son yıllarda artan bir şekilde tuhaf "dini argümanlarla" karşılaşıyoruz. Daha fazla etkileşim almak için, dün gece 20 yaşında kanserle mücadele eden ve kanseri 3 kez yenip 4. seferinde mücadeleyi kaybeden gencecik bir kızın ardından "Neslican Tay ölmüş. Herkese Cennete kavuştu diyor. Orasını Allah bilir. Yalnız bu çıplaklıkla biraz zor." şeklinde twit attı tuhaf bir cisim. Daha sonra bu twiti atanın 29 yaşında bir kadın olduğu ortaya çıktı. Bu da ayrı bir ironi. Kimin cennete girip girmeyeceği hususunda konuya çok hakim bu ahlaksız cisim. İnandığını düşündüğü dinin Peygamberi bir çok kez kendi kızını, eşini Allah ile kul arasında yer alan hususlarda sertçe uyarmışken, bu ahlaksız cisim kişinin kıyafetiyle cennete girip girmeyeceği hususunda fikir beyan edebiliyor. Halbuki İslam'ın diğer dinlerden en önemli farklarından biri Yaratıcı ile kul arasında giremeyen bir kitlenin yani "ruhban" sınıfın olmamasıdır. Fakat işte bu fazlaca ahlaksız cisimler kendilerince ruhban bir kitle oluşturup kimin ne kadar imanı olduğunu ölçen bir "imanmetre"ye sahipler. Fakat bu tavrın benim bildiğim İslam da bir karşılığı yok.

Çırpınırdı Karadeniz

4 Haziran 1937 gecesi KGB(o zaman adı NKVD) tarafından evi basıldı. Eşi Şükriye Hanım ve çocuklarının gözü önünde derdest edilip götürüldü. Evinden son kez çıkışıydı. Dönüp arkasına baktı fakat vedalaşmasına dahi izin verilmedi. 2 yaşındaki oğlu Yılmaz'ın babasına dair en ufak bir hatırası dahi yoktu. Gidiş o gidiş. Ne bir ses ne de haber. 

15 Ekim 1937'de yaklaşık yarım saat süren ve tamamlanmayan bir mahkeme (!) sonucu kurşuna dizilerek öldürüldü. 1919, 1922 yıllarında yazdığı şiirler, yaptığı eylemler ile suçlanıyordu. Suçu vatana ihanetti. Sovyetler Birliğini yıkmak, Azerbaycan'ı Sovyetlerden koparmaya çalışmak, vatan hainliği propagandası gibi suçlarla suçlanıyordu. Halbuki Onu yargılayanların anlamadığı bir husus vardı.  Onun vatanı Azerbaycan'dı ve ne yaptıysa vatanı için yapmıştı. 1955 yılında bu idamın mahkemesi tamamlandı ve suçsuz olduğuna karar verildi. Kurşuna dizildikten tam 18 yıl sonra suçsuz olduğuna karar verildi.

Sivas Kongresi - Ya İstiklal, Ya Ölüm!

"Milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür birbirinden ayrılamaz" yazısı en dışarıda karşılıyor bizi. Kongrenin en temel özelliği bu cümlede gizli zaten. Sivas ülkenin tamamına yönelik bir kurtuluş savaşının dile getirildiği ilk mekan. Bu zamana kadar yöresel kurtuluş kıvılcımlarının kocaman bir bağımsızlık ateşine dönüştüğü yer. Aşağıda fotoğrafı bulunan Sivas Erkek Lisesi ev sahipliği yapmış bu kutlu zamanlara. Girişteki Mustafa Kemal'in "Cumhuriyetin temelini burada attık" sözü de tarihimizde bu kongrenin önemini bir kez daha nitelendiriyor.

Göklerde Kartal Gibiydim

1907 yılında Edirne Gümülcine'de doğdu. Babası piyade yüzbaşıydı ve savaş yıllarıydı. Şehir şehir gezdiler. Çocukluğu farklı illerde ve farklı okullarda geçti. Babası eğitime çok önem verdiğinden bizzat ilgilendi oğlunun eğitimiyle. Lise sonrası Balıkesir'de öğretmen okuluna gitti. Burada sanat, edebiyatla iyice haşır neşir oldu. Yazı, şiir yazmaya ve dergilere göndermeye başladı. Fakat okul müdürü onun derslerine odaklanmasını istiyor diğer işleri bırakması yönünde baskı yapıyordu. Babasının asker olması nedeniyle paramparça geçmiş çocukluğunun etkisiyle olsa gerek kırılgan bir psikolojisi vardı. İntihar etti. Evet onun yazmasını, sanatla ilgilenmesini istemeyen müdürüne tepkisi bu şekildeydi. Ölmedi. Fakat bilmediği bir şey vardı. Hayatının geri kalan kısmında yaşayacakları bu intihara kadar yaşadıklarından daha iyi değildi. Hatta daha kötüydü.

Her şey yeni başlıyordu.

Üniversite Mezunu Olmak

Yaklaşık sekiz milyona yakın üniversite öğrencisi var ülkemizde. Bu sene bunların üzerine yaklaşık bir milyon yeni üniversite öğrencisi daha eklendi. Peki bunlardan kaç tanesi gerçekten üniversite mezunu olacak. Sadece diploma alıp ayrılacaklar mı yoksa üniversite mezunu mu olacaklar?

"Eğitimli" Kaba "Zeka"lar

Şehirler arası otobüste arkamda bağıra bağıra telefonla konuşan takım elbiseli adam, önümde koltuğu ağzımın içine kadar yatırmış üniversite öğrencisi kız yolculuk ediyorduk. Önümdeki üniversite öğrencisinden çalışabilmek için bilgisayarımı açacağımı koltuğu biraz kaldırmasını rica ettim. Cevap verme nezaketi bile göstermeden kulaklığını taktı ve duymamazlıktan geldi. Kulaklığı taktı fakat dinlediği 2010'ların saçma rap şarkısını onunla beraber biz de dinliyorduk. Arkamda takım elbiseli bağıra bağıra telefonda iş bağlamaya çalışan abimiz, önümde son ses rap dinleyen ve koltuğunu ağzımın içine kadar yatıran üniversite öğrencisi kızımızın olduğu bu absürt ortamın içinde Cemil Meriç'in bir sözü geldi aklıma.

Tolstoy'un Bisikleti


Michelangelo seksenli yaşlarının sonuna doğru "Ancaro Imparo" diyor. Türkçesi "hala öğreniyorum". Tarihte bir daha eşi görülmeyecek Sistina Şapeli'nin tavanını, Davut heykelini yapan en önemlisi Rönesans'ın habercisi olan Michelangelo söylüyor bunu.

32 yaşındaki beş kişiyi inceleyelim. İlk olarak Hukuk Fakültesini 31 yaşında bitirmiş ve evinin kirasını zor ödemeye yetecek maaşla hayır kurumlarında çalışan Hussein, ikinci olarak kağıt bardak satarak geçimini sağlamaya çalışan fakat çokta başarılı olamayan Ray, üçüncü olarak eşinden yeni boşanmış ve küçük kızı ile devletin verdiği işsizlik maaşı ile zor geçinen Joanne, dördüncü olarak eline resim yapmak için hiç fırça almamış Anna ve son olarak eline çizgi roman çizmek için hiç kalem almamış Stan...

Anın Kıymeti

Hızlıca yürüyerek uzaklaştın... Arkana dönüp bakmak aklına bile gelmedi. Evet gelmedi. Çünkü yetişmen gereken çok önemli işlerin vardı. Nereden bilecektin anneni son kez gördüğünü. O anın senin için kıymetini... Bilseydin koşar adım uzaklaşır mıydın annenle son hatırandan? İşte o an... O kadar çok ki hayatımızda buna benzer anlar. Hiç farkında olmadan yaşayıp gittiğimiz anlar...